6 Temmuz 2018 Cuma

Vitamin hapları koca bir yalan mı?

Vitamin hapları koca bir yalan mı?

Toronto Üniversitesi ve St. Michael Hastanesi’ndeki bir grup araştırmacının imza attığı çalışma, vitamin haplarıyla ilgili önemli bir iddiayı ortaya attı.

Vitamin hapları koca bir yalan mı?


Vitaminler insan sağlığı için önemli, hayatın devam etmesini sağlayan çarkın dönmesini destekleyen unsurlar. Geleneksel beslenme sisteminde bu vitamin ve mineralleri yediklerimizden aldığımız var sayılır. Ancak kentli yaşam vücuda yeni fonksiyonlar yüklüyor, yediklerimiz yetersiz kalabiliyor. Artık doğal yiyecekler bulmanın da zorlaştığını düşünürsek vitamin takviyesi almak artık yaşamın olmazsa olmazı haline gelmiş gibi bir algı var. Dahası doktorlar da reçetelerine bu takviyeleri uzun zamandır ekliyor. Son dönemde sağlıklı beslenme bilincinin artmasıyla dışarıdan alınan vitamin ve minerallerin vücuda ne kadar yarar ne kadar zarar verdiği yönündeki tartışmaların da sesi yükselir oldu. Kimileri alın, kimileri de kesinlikle almayın diyor. Peki kim haklı?
İşte Kanada’da bilim insanları bunu ortaya koyacak bir araştırma yapmak istediler. St. Michael Hastanesi uzmanlarıyla birlikte yapılan çalışma geçtiğimiz haftalarda Amerikan Kardiyoloji Koleji Gazetesi’nde yayımlandı. Araştırmaya liderlik eden David Jenkins, 2012-2017 arasındaki beş yıl boyunca vitamin ve mineral takviyesi kullanan insanların vücutlarındaki değişimleri gözlemlediklerini, verileri depoladıklarını anlattı. Ve dedi ki, “İnsanların en çok tükettiği vitamin ve mineral takiveyelerinin olumlu sonuçlarının çok az olduğunu görünce çok şaşırdık”.
Jenkins’in paylaştığı araştırma sonucuna göre D vitamini, kalsiyum ve C vitamini içeren multivitamin takviyelerinin bedene olumlu veya olumsuz bir etkisi bulunmuyor.
Araştırmacıların inceledikleri besin takviyeleri ise şunlar; A, B1, B2, B3, B6, B9 (folik asit), C, D ve E vitaminleri ile beta karoten, kalsiyum, demir, çinko, magnezyum ve selenyum. +
Fazla vitamin bunları yapıyor...
A VİTAMİNİ: Uzun ise Böbrek taşı kemiklerde ağrılı şişmeler, saçların dökülmesi ve kaşıntılı döküntüler, bulantı, baş ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı olur. Uzun sürede ise sinirlilik, uykusuzluk.
D VİTAMİNİ: Kalsiyum artar ve daha çok hiperkalseminin oluşturduğu etkiler ortaya çıkar. Kas güçsüzlüğü, halsizlik, depresyon, psikoz, kabızlık, ritim bozukluğu, böbrek taşı oluşur.
E VİTAMİNİ: Spesifik olmayan klinik belirtilerle kendini gösterir. Bu durumda hastada baş ağrısı, ishal görülebilir. Ek olarak bağırsaktaki diğer yağda çözünen vitaminlerin emilimini bozar, A ve D vitamini eksikliği yapar.
K VİTAMİNİ: Kanın gereğinden çok pıhtılaşmasına ve damar tıkanıklığı gibi tehlikeli durumlara, karaciğer fonksiyonlarında bozulmalara neden olabilir. Yüzde ateş basması, kaşıntı, kızartı, terleme ve göğüs sıkışması görülebilir.
C VİTAMİNİ: Böbrek taşı oluşumundan muzdarip kişilerin sağlığı üzerinde özellikle olumsuz etkiye sahiptir. Buna ek olarak, erişkin hasta kategorisinde hipervitaminoz C belirtileri, görme, uykusuzluk, dismenore, hormonal bozuklukların artması görülebilir.
Folik asit takviyesi etkili
Araştırmanın bazı istisnaları da var. Örneğin beş yıllık çalışmanın sonucunda tek başına ya da B grubu vitaminlerle birlikte tüketilen folik asitin kardiyovasküler hastalıklar ile felç riskini önlemeye karşı etkisi olduğu tespit edilmiş. Ayrıca niasin ve antioksidanlar da küçük de olsa hastalık riskini azaltıcı etkiye sahip. Jenkins’e göre araştırma sonucunda ortaya çıkan bu bulgular, insanların tükettikleri vitamin ve mineral takviyeleri hakkında daha bilinçli olmaları gerektiğini gösteriyor. Ayrıca sağlık hizmeti sağlayan kişi ya da kurumlar da hastalara vitamin ve mineral eksikliği teşhisi koyarken daha dikkatli olmak durumunda. Dr. Jenkins’in makaledeki önerileri ve tespitleri de ilginç. Diyor ki, “Beslenmenize daha az işlenmiş sebze, meyveleri ekleyin. Hiçbir besin takviyesi bunlardan daha etkili değil. Hatta araştırmalarımız az işlenmiş kuruyemişlerin dahi bu takviyelerle yarışabileceğini gösteriyor.”
Eksikliği kadar fazlası da zarar
Doç. Dr. Fevzi Balkan - Medicana International Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Vitamin ve mineraller, sağlıklı büyüme ve gelişme için gerekli olsa da eksikliği kadar fazlası da zarardır. Geleneksel gıdalar, meyve ve sebzelerde yeterince vitamin bulunuyor. Çinko, kalsiyum ve multi-vitaminlerin uzun süre kullanımı veya fazla alınması, vücutta birikmeye, dolayısıyla yan etkilere yol açıyor. Genel olarak dengeli beslenen, sağlıklı çocuklar vitamin desteğine ihtiyaç duymazlar. Duysalar da bunun tahlille belirlenmesi gerekiyor. Eğer kronik bir hastalık varsa, ağır bir tedaviden çıkmışsanız ve büyüme çağında veriler istenildiği gibi gitmiyorsa, doktorun verdiği dozun dışına çıkmadan vitamin tüketilebilir.
Dengeli beslenin yeter!
Doç. Dr. Hüseyin Demirci - Medicana International Ankara Hastanesi Endokrinoloji Uzmanı
Folik asitli multivitaminler veya antioksidan, A, C ve E vitamini takviyelerinin yarar ve zararlarının dengesini değerlendiren birçok çalışma var. Düşük enerji içeren diyet yapanlar, vejetaryenler, veganlar, demir yetersizliği ve anemisi olanlar, gebe ve emziren kadınlar, menopoz sonrası kemik kaybı fazla olan kadınlar, yaşlılar, uzun süre ilaç kullananlar, bir hastalığa bağlı beslenme tedavisi alanlar hekimlerinin önerisi ile vitamin ve besin destekleri alabilir. En karmaşık multivitamin, çok çeşitli işlenmemiş gıdaları içeren sağlıklı bir diyetin içeriğinden sağlanacak faydayı karşılayamaz.
Takviye her ihtiyacı karşılamıyor
Yrd. Doç. Dr. Alev Özsarı - Liv Hospital İç Hastalıkları Uzmanı
1990’larda Amerika’da başlayan vitamin, mineral ve diğer besin desteklerinden faydalanma furyası ülkemizi de sardı. Oysa sağlıklı olan bunu yediklerimizden almaktır. Çünkü doğal besinlerde sadece vitamin ve mineral değil, sağlıklı lifl er de var. Yani takviye her şeyi karşılamaz. Vücudun vitamin ihtiyacı görülebiliyor. Bu gibi durumlarda vitamin ağız yoluyla alınamıyorsa ve hastalığa bağlı emilim bozukluğu varsa takviye yapılabilir. Örneğin, D vitamininin aktif hale gelmesi için güneş ışınlarına ihtiyacımız var. Yaşam koşullarımız gereği ve güneşin kanser yapıcı etkisi nedeniyle D vitamini eksikliği sık görülüyor. O zaman kontrollü takviye olabilir.
Önce tahlil yaptırın
Ulaş Özdemir - Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı
Kontrolsüz şekilde alınan vitaminler insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Gereğinden fazla alınan A, D, E ve K vitaminleri başta karaciğer olmak üzere organlara zarar verebilir. Takviye, vücut direncinin düşmesi veya kan tahlili sonucunda vitamin ve mineral değerlerinde azalma varsa alınabilir. Kan değerlerinde veya emilim yolunda bir problem görülmezse, doğal sebze ve meyve tüketimiyle vitamin dengesinin sağlanmasını öneriyoruz.

3 Haziran 2018 Pazar

Diyabet hastalarına 10 kritik öneri!

Çağımızın önemli bir problemi olan ve görülme sıklığı giderek artan diyabet, ülkemizde her 100 kişiden 13’ünün ortak problemi. Üstelik genellikle 30 yaş sonrasında ortaya çıkan tip 2 diyabet, son yıllarda adolesan çağında, hatta çocukluk döneminde bile sıkça görülmeye başlandı.

Sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam ve obezitenin giderek artması diyabet sıklığındaki artışta kilit rol oynuyor. Diyabet hem tek başına, hem de yol açtığı kalp ve damar hastalıkları, böbrek yetersizliği, görme problemleri ve sinir hasarı gibi birçok ciddi problemler nedeniyle hayat kalitesini düşürüyor, daha da önemlisi insan ömrünü kısaltabiliyor. Yüreklere su serpen tablo ise düzenli tedavinin yanı sıra yaşam alışkanlıklarına dikkat edildiği takdirde diyabetle sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmenin mümkün olabilmesi. Diyabet hastalarının yaz mevsimine uygun önlemler alması da bu hastalığa bağlı oluşabilecek çeşitli sorunların önlenmesinde anahtar bir role sahip. Bunun nedeni ise gerekli önlemler alınmadığı taktirde kan şekerinin yükselmesi ve böbreklerde hasar oluşması gibi ciddi sorunların gelişebilmesi. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Özlem Çelik diyabet hastalarının sağlıklı ve aktif bir yaşam sürmeleri için dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı, önemli bilgiler verdi.
Ara öğünü atlamayın, dengeli beslenin
Kan şekerini ideal seviyede tutabilmek için dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, sağlıklı beslenmek olmalı. Düzenli ve dengeli bir beslenme programı oluşturarak kan şekeri dengesizliğine bağlı olarak gelişen sürekli açlık hme, yorgunluk, baş dönmesi ve bulanık görme gibi olumsuz etkileri ortadan kaldırmak mümkün olabiliyor. Kan şekeri düzeyinin ideal seviyede kalması için 3 ana ve 2 veya 3 ara öğün şeklinde beslenmeye özen gösterin. Ayrıca glisemik indeksi yüksek olanmeyveler, tatlılar ve hamur işleri gibi besinlerden de uzak durmalısınız. Kilo alımı ve tansiyon yükselmesi gibi sorunlara neden olabildiği için ağır ve yağlı yiyeceklerden kaçınmanız da çok önemli.
Susuzluğunuzu meyve suyu ile gidermeyin
Yaz aylarında su tüketimini artırmak diyabetliler için çok önemli. Çünkü sıvı kaybı diyabet hastalarında kan şekerinin yükselmesine, hatta böbrek yetmezliğine davetiye çıkarabiliyor. Bu nedenle, aşırı terleme sonucu alt üst olabilen elektrolit dengesinin sağlanması için sıvı tüketimini mutlaka artırmalısınız. Ancak sıcak havalarda hem serinlemek hem de sıvı ihtiyacımızı karşılamak için genellikle soğuk meyve suları ve gazlı içecekler tüketmek gibi önemli bir hataya düşüyoruz. Bazen de tercihimizi çay ve kahveden yana kullanıyoruz. Meyve suları ve gazlı içecekler kan şekerinin oynamasına neden olurken, kafein içeren çay ve kahve de vücuttan daha fazla sıvı kaybına yol açabiliyor. Unutmayın ki hiçbir sıvı suyun yerine geçmiyor. Dolayısıyla yaz mevsiminde 2.5 litre su içmeyi asla ihmal etmeyin.
Yaz meyvelerine dikkat edin!
Glisemik indeksi yüksek besinler kan şekerini hızla yükselttikleri için bu tür besinleri tüketmekten kaçının. Karpuz, kavun, üzüm, çilek ve incir gibi yaz meyveleri de yüksek glisemik indeksine sahipler. Dolayısıyla bu tür meyveleri 1 küçük porsiyon şeklinde (glisemik indeksi ve kalorisi ayarlanarak) tüketmelisiniz. Yüksek glisemik indeksli meyvenin yanında süt ürünü tüketmek glisemik indeksini düşürüyor. Ayrıca meyvelerde tarçın kullanımı da kan şekerini dengeleyici etkiye sahip oluyor.
Seyahate çıkmadan önce doktorunuzu arayın
Diyabet seyahate engel bir durum değil. Ancak, yemek düzenindeki değişiklikler, fiziksel aktivitenin artışı ve medikal tedavide rutin uygulamanın dışına çıkma gerekliliği seyahatte kan şekeri düzeyini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Özlem Çelikseyahate çıkarken dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle anlatıyor: “Seyahate çıkarken yanınıza yeterli miktarda şekersiz sıvı ve su almalı, çantanızda özellikle hipoglisemi halinde kullanmak üzere meyve suyu, kesme şeker veya glukoz tabletleri ya da bisküvi bulundurmalısınız. Özellikle uçakla yapacağınız seyahat öncesinde, seyahat planınızı (kalkış saati, yolculuk süresi, yemek saati, sunulan yemekler ve varış saati) öğrenerek hekiminizi bilgilendirmeli ve neler yapmanız gerektiğini öğrenmelisiniz”
Bu saatlerde güneşe çıkmayın
Güneş çarpması sağlıklı kişileri bile tehdit ederken diyabet hastalarında kalp krizi ve beyin kanaması gibi ciddi problemlere yol açabiliyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Özlem Çelik bu nedenle güneşin zararlı ultraviyole ışınlarının yeryüzüne dik geldiği 11.00 – 16.00 saatleri arasında sokağa çıkmamanız gerektiği uyarısında bulunarak şunları söylüyor: “Sokağa mutlaka çıkmanız gerekiyorsa mümkün olduğunca gölgede kalmaya ve başınızı şapkayla korumaya özen gösterin. Yüzünüzü, kollarınızı ve ellerinizi sık sık soğuk suyla serinletmenizde de fayda var. Sabah erken saatlerde veya akşamüstü güneş ışınlarının eğik geldiği zamanlarda güneşlenin ve bunu 20-30 dakika gibi süreyle kısıtlamaya dikkat edin”
Ayaklarınızı bol bol nemlendirin
Ayak cildinde kuruluk ve çatlaklar, nasır, mantar, tırnaklarda kalınlaşma ve şekil değişimi gibi problemler yaşamamak için ayak bakımınızı ihmal etmemeniz çok önemli. Ayağınızı her zaman temiz ve nemli tutun. Bunun için her gün mutlaka duş alın ve ardından ayağınızı cildinize uygun bir ürünle nemlendirin. Ayak tırnaklarınızı yuvarlak değil, düz kesmeye özen gösterin. Ayaklarınızı, özellikle de parmak arası ve tabanını kontrol edin ve herhangi bir renk değişikliği veya yara oluşumu olup olmadığını gözlemleyin.
Parmak arası terlik giymeyin
Diyabet hastalarında ayak ve cilt bakımı ayrı bir önem taşıyor. Bunun nedeni ise yaz aylarında ayakların sık travmaya maruz kalması ve ciddi enfeksiyonlar gelişebilmesi. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Özlem Çelik yaz mevsiminde dar ayakkabı ve parmak arası terlik giymemeniz gerektiğini vurgulayarak, “Çünkü minik bir çizik bile en ufak bir darbeyle iyileşmesi güç olan bir yaraya dönüşebiliyor, uzun vadede diyabetik yara enfeksiyonları ve uzuv kaybı gibi ciddisorunlara yol açabiliyor. Yine aynı nedenle kumsalda, denizde veya taşlı arazilerde çıplak ayakla dolaşmamaya özen gösterin” diyor.
Spor şart, ancak…
Egzersiz ve spor hayatınızın mutlaka bir parçası olmalı. Bunun nedeni ise düzenli egzersizin hem kilo vermenize katkı sağlaması, hem de insülin direncini ortadan kaldırması. Gün içinde yapacağınız 40-50 dakikalık yürüyüş en çok önerilen egzersiz türü. Ayrıca yazın bol bol yüzebilir, bahçenizle ilgilenebilirsiniz. Ancak bunlar için akşam saatlerini tercih etmeli, güneş altında kesinlikle bulunmamalısınız.
Rutin kontrollerinizi mutlaka yaptırın
Sıcak hava, güneş ve tatilin rehavetine kapılıp rutin kontrollerinizi asla ihmal etmeyin. Çünkü diyabet yaz mevsiminde böbrek yetmezliğinden tansiyon problemi ve kalp krizine dek birçok hastalığı tetikleyebiliyor. Düzenli yapılan endokrinolojik, kardiyolojik ve göz muayeneleri ile EKG gibi kardiyolojik ve ihtiyacınıza göre belirlenen laboratuvar tetkikleri sayesinde hem ilerde gelişecek olan komplikasyonlar önlenebiliyor, hem de erken evre tespit edilen böbrek yetersizliği geri döndürebiliyor. Bu nedenle kullanılan insülin ve ağızdan ilaç kullanımı, takip edilen kan şekeri durumunun hedefte olup olmamasına göre, hekiminizin belirlediği 3-6 aylık aralarla kontrollerinize mutlaka devam edin.
İlaçlarınızı serin ortamda saklayın
İnsülin kullanan hastalarda sıcaklar büyük bir önem taşıyor. Çünkü insülin enjeksiyonu yapıldığında eğer hava çok sıcaksa ciltteki damarlar genişleyeceği için insülin çok daha kolay emiliyor. Bu nedenle soğuk havalara göre daha güçlü bir etki görüleceği için yazın insülin dozunu azaltmanız gerekebiliyor. Bunun için doktorunuzla mutlaka iletişim halinde olmalısınız. Ayrıca aşırı sıcakta dışarda bıraktığınız insülin kalemleri bozulabiliyor, etkinliğini kaybedebiliyor. Bu yüzden insülin kalemlerini kullanmadığınız sürelerde buzdolabının yumurta bölümünde ya da en azından 25 derece altı ortamlarda saklamaya özen gösterin.

İYOTLU TUZ VE BALIK TÜKETİMİ TİROİT HASTALIKLARINI ÖNLÜYOR

Memorial Şişli ve Bahçelievler Hastaneleri Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Çıkım Sertkaya, “1-7 Haziran İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi Haftası” öncesinde önerilerde bulundu.
İyot yetersizliği, tiroit hormonunun çalışmasını olumsuz yönde etkileyerek ciddi hastalıkların kapısını aralıyor. İç Anadolu Bölgesi başta olmak üzere dağlık kesimlerde yaygın olarak görülen iyot yetersizliğinin neden olduğu hastalıklar arasında guatr, zehirli guatr, hipotiroidi ve tiroit kanseri yer alabiliyor. Gebelikte ortaya çıkması durumunda ise hem anne adayı hem de bebek için büyük risk oluşturuyor. 

İyot yetersizliği ilk sinyali guatr ile veriyor
İyot, başta tiroit hormonları içinde yer alan ve bu hormonlar aracılığı ile hemen hemen tüm hücrelerimizde önemli görevleri olan bir elementtir. Vücut iyot üretemediği için bunun gıdalardan alınması gereklidir. Gıdalarla alınan iyot, T3 ve T4 tiroit hormonlarının yapısına girer. Ortamda iyot azaldıkça T4 azalır ve beden öncelikle T3’e yönelerek tasarruf yapar. Bu durumda T3’ü kullanarak hormon üretir. T3’te de azalma başlayınca bazı zorlanmalar yaşanır. Bir süre sonra tiroit bezi ortamdaki bütün iyotları yakalayabilmek için büyümeye başlar ve bunun sonuncunda da guatr gelişir.

Güçsüzlük ve zihin tembelliği yapabilir
İyot eksikliği durumunda tiroit bezi çalışmaya devam eder ancak yetersizlik nedeniyle eninde sonunda hipotiroidi gelişir. Bazen iyot eksikliği olmadan da hipotiroidi olabilir. Hipotiroidi; saç dökülmesi, cilt kuruluğu, yüzde şişkinlik, kaslarda gevşeklik, güçsüzlük, kilo artışı, kadınlarda adet bozuklukları ve zihinsel tembellik gibi şikayetlere yol açan ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık tablosudur. İyot eksikliği veya hipotiroidi gibi nedenlerle ilaç kullanımının gerekip gerekmediği ise mutlaka doktora danışılmalıdır. Doktor önerisi olmadan asla iyot veya guatr ilacı kullanılmamalıdır.
Tiroit kanseri riskine dikkat!
Guatr, tiroit bezinin büyümesi anlamına gelmektedir. İç guatr görünmeyen, dış guatr ise görünür olandır. Düzenli bir büyüme olabileceği gibi nodüller şeklinde de büyüme olabilir. Bu durumda nodül takibi yapılmalıdır çünkü iyot eksikliği bu nodüllerin gelişimini kolaylaştıracaktır. İyot eksikliği zemininde nodüler guatr olma ihtimali artar. Bu nodüllerin yaklaşık yüzde 10’u kanser riski taşır. Böyle bir durumdan şüphe ediliyorsa nodüle biyopsi yapılmalı ve yakın takip edilmelidir.

Zehirli guatr kalp yetmezliğine kadar ilerleyebilir
Boyun bölgesindeki şişlikler yani nodüller zaman içinde kontrol dışına çıkabilir. Vücudun tiroit hormonu dengesini yok sayar ve kendi kendine çalışır. Böyle olursa zehirli guatr tablosu ortaya çıkar. Zehirli guatr tablosu bir tek nodülün sistem kontrolünün dışına çıkmasıyla gelişebileceği gibi birden fazla nodülün ya da bütün nodüllerin kontrol dışına çıkmasıyla da olabilir. Zehirli guatr gelişimi yaş gruplarına göre farklılık gösterir. Genç yaş grubunda sıklıkla hiçbir müdahale yapılmadan nodül takip edilir. Ancak ileri yaş grubunda ağır kalp yetmezliğine neden olabileceği için mutlaka yakın takip edilmeli, gerekirse ilaç ya da radyoaktif ilaç tedavisine başlamalıdır.

Nefes almayı güçleştirebilir
Nodüllü ya da nodülsüz büyük guatr birtakım riskler taşımaktadır. Öncelikle bulunduğu yer boynun önüdür ve soluk borusuna baskı yaparak nefes almayı zorlaştırır. Gerekli testler yapıldıktan sonra hastanın yaşam fonksiyonları olumsuz yönde etkileniyorsa o nodülün çıkarılması gereklidir. Kozmetik açıdan da hastalara rahatsızlık verebilmektedir. Böyle bir durumda da hastanın isteğiyle nodüller çıkarılabilmektedir.

Gebelikte hem anne hem bebek için “iyot” önemli
Gebelik döneminde hem anne adayı hem de bebeğe tiroit hormonu gereklidir. Bu nedenle anne adayının gebelik döneminde tiroit bezinde büyüme görülür ve bu normal kabul edilir. Bebek ilk 3 ay kendi tiroit bezi olmadığı için annenin tiroit hormonunu kullanır. Tiroit hormonları bebeğin beyin ve sinir gelişiminin tamamlanmasında önemlidir. Anne adayının tiroit değerlerinin düşük olması durumunda bebek risk altına girer, zeka geriliği ve bazı yapısal bozukluklar ile dünyaya gelebilir. Özellikle geçmiş yıllara bakıldığında tanı konulamadığı ve iyot takviyesi yapılmadığı için dünyaya gelen özürlü çocuk sayısı oldukça fazlaydı. Ancak günümüzde yeni doğan bebekler taranmakta ve topuk kanı ile hemen teşhis konulabilmektedir. Tiroit hormonu kaynaklı hastalıkların tedavi edilebilir olduğu ve erken teşhisin burada büyük önem taşıdığı asla unutulmamalıdır.

İyotlu tuz tüketimine dikkat edin
İyot yetersizliği kaynaklı hastalıkların önlenmesinde beslenme önemli rol oynar. Öncelikle sofralarda bulundurulan tuz mutlaka iyotlu olmalıdır. Ülkemizde resmi olarak üretilen tuzlarda iyot bulunmaktadır. Doktor aksini belirtmediği sürece bu tuzların tüketiminde bir sakınca yoktur. Ancak iyot uçucu bir moleküldür. Bu nedenle tüketim ve saklama koşullarına dikkat edilmelidir. Tuz ağzı açık bir şekilde muhafaza edilirse o tuzun hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu nedenle mavi, korunaklı paketlerde sunulan iyotlu tuz, paketinde tutulmalı ve ihtiyaç dahilinde ağzı açılıp kullanılmalıdır. Yemek pişirirken ise pişirme işlemi tamamlandıktan sonra tuz ilave edilmelidir. Aksi takdirde iyot buharlaşıp yok olacaktır.

Düzenli olarak balık yenilmeli
İyot yetersizliği hastalıklarının yaygın olarak görüldüğü bölge İç Anadolu, Trakya ve Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimleri özetle denizden uzak bölgelerdir. Hastaneye başvuran hastalarda ciddi oranda T3 ve T4 eksiklikleri saptanmaktadır. Bu eksikliklerin önemli bir kısmı yanlış tuz kullanımından kaynaklanmaktadır. Ayrıca iyot eksikliğini önlemede deniz ürünleri de önemlidir. Balık tüketimi mutlaka artırılmalıdır. Deniz ürünlerine ek olarak kırmızı et ve kümes hayvanlarının göğüs eti ile ceviz başta olmak üzere kuru yemiş ve tahıllar, süt ve süt ürünleri, yumurta, çilek, muz iyot bakımından zengindir.

Gebelikte D vitamini eksikliğine bağlı 20 hastalık

Bilinen 13 vitaminden biri olan D vitamini, DNA'ya doğrudan bağlanabildiği için aynı zamanda bir hormon olarak sınıflandırılıyor. Yumurta, süt, balık ile hayvansal besinlerin yanı sıra mantar ve bazı sebzelerde de bulunan D vitamini en çok güneşten alınıyor. Vücutta yeterli miktarda D vitamini sentezlenmediğinde ve özellikle gebelik döneminde eksik olan D vitamini hem annede hem de doğumdan sonra bebekte ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Çocuk Endokrinoloji ve Neonatoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, yaşamsal öneme sahip D vitamininin eksikliği...




Bilinen 13 vitaminden biri olan D vitamini, DNA’ya doğrudan bağlanabildiği için aynı zamanda bir hormon olarak sınıflandırılıyor. Yumurta, süt, balık ile hayvansal besinlerin yanı sıra mantar ve bazı sebzelerde de bulunan D vitamini en çok güneşten alınıyor. Vücutta yeterli miktarda D vitamini sentezlenmediğinde ve özellikle gebelik döneminde eksik olan D vitamini hem annede hem de doğumdan sonra bebekte ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Memorial Kayseri Hastanesi Çocuk Endokrinoloji ve Neonatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, yaşamsal öneme sahip D vitamininin eksikliği konusunda önemli uyarılarda bulundu. 
Kemik oluşumunda etkili
Günümüzde kapalı ortamlarda uzun süre geçirilmesi ve sağlıksız beslenme nedeniyle toplumdaki eksikliği giderek artan D vitamini, kemik oluşumunda etkilidir. D vitamini bitkilerden ergokalsiferol (D2) , hayvansal gıdalardan kolekalsiferol (D3) olarak alınmaktadır. Ayrıca ciltte ultraviyole ışınları ile dehidrokolesterolden sentezlenmektedir. Hayatın her döneminde yeterli düzeyde alınması gereken D vitamini, özellikle gebelikte hem anne hem de bebek için hayati bir öneme sahiptir. Gebeliğin son 3 ayında bebeğin kemik oluşumu için kalsiyum ve fosfora gereksinim artmaktadır. Bu nedenle gebelikte süt, yoğurt, balık, yumurta, tereyağı gibi kalsiyum, fosfor ve D vitamininden zengin beslenilmesi önem taşımaktadır.
Vücutta yeterli miktarda D vitamini yoksa
Vücuttaki D vitamini seviyesinin düşüklüğü, gebelik döneminde hem annede hem de bebekte bazı sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Gebelik döneminde D vitamini eksikliğinin annede yol açtığı sağlık sorunları:
Gebelik tansiyonu
Gebelik şekeri
Gebelik zehirlenmesi
Diş kaybı
Erken doğum riski
Gebelik döneminde D vitamini eksikliğinin bebekte yol açtığı sağlık sorunları:
Erken doğum (Prematüre bebek)
Solunum problemleri
Kan şekerinde düşme
Kalsiyum düşüklüğü
Raşitizm
Havale geçirme
Büyüme geriliği
Metabolik kemik kırıkları
Yüksek oranda ve ağır seyreden enfeksiyonlar
Çocukluk döneminde dikkat eksikliği ve hiperaktivite
Otizm spektrum hastalıkları
Zeka puanı düşüklüğü
Kemik mineral yetersizliği
Tip 1 diyabet
Astım ve hışırtılı solunum
D vitamini için 1520 dakika güneşlenme yeterli
Gebeler, D vitamininden zengin olan yumurta, süt, yoğurt, karaciğer ve balık (somon, sardalye, uskumru, morina gibi) tüketimine önem vermelidir. Bir yumurta 20, bir bardak süt 100, 1 tatlı kaşığı balık yağı 400, 100 gram somon balığı 345 ünite D vitamini içermektedir. D vitamini için güneşlenme önemli bir kaynaktır. Derinin hafif pembeleşmesinin gerçekleştiği 1530 dakika güneşlenme ile 2000 ünite D vitamini üretilmektedir. Gebelerde günlük D vitamini desteği 400600 ünite olarak önerilmektedir. Ülkemizde 2005 yılında yapılan araştırmada gebelerde % 81,7 ve bebeklerde % 40 oranında D vitamini eksikliği saptanmıştır. Özellikle son yıllarda bebeklerde 400 ünite/gün olarak verilen D vitamini desteği, raşitizm oranında belirgin azalma sağlamıştır. Ayrıca gebeliğin 3’üncü ayından itibaren hamilelik boyunca ve doğum sonrası 6 aya kadar günlük 900 ünite D vitamini desteği sürdürülmektedir.


Gıdalara ‘nişasta bazlı şeker’ uyarısı gelecek

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. İlhan Yetkin, nişasta bazlı şekerlerin (NBŞ) kullanımına yönelik önemli bir bilgiyi açıkladı. Nişasta bazlı şekerlerin kullanımı ile ilgili önlemler alınacağını belirten Prof. Dr. Yetkin, "Gıdaların üzerinde 'bu ürün NBŞ'den yapılmıştır' ya da 'bu ürün glikozdan yapılmıştır' ibareleri yazılacak. İçeceklere de yine aynı şekilde yazılacak" bilgisini verdi.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Antalya’da düzenlendi. Kongrede konuşan dernek genel sekreteri Prof. Dr. İlhan Yetkin, mısır şurubundan elde edilen ve “fruktoz” olarak adlandırılan nişasta kaynaklı şekerlerin, insan ve toplum sağlığını büyük ölçüde tehdit ettiğini kaydetti.
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. İlhan Yetkin konuşmasında,  “Gıdaların üzerinde ‘bu ürün NBŞ’den yapılmıştır’ ya da ‘bu ürün glikozdan yapılmıştır’ ibareleri yazılacak. İçeceklere de yine aynı şekilde yazılacak.” bilgisine yer verdi.
Metabolik hastalıklara ilişkin gelişmelerin de ele alındığı kongrede dernek başkanı Prof. Dr. Sevim Güllü, endokrinolojiyi ilgilendiren hastalıkların başında obezite, diyabet, tiroit, hipertansiyon ve osteoropozun bulunduğunu söyledi.
VAHİM TABLOYU AÇIKLADI
Dernek Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fahri Bayram, obezitenin dünya genelinde salgın bir hastalık haline geldiğine dikkat çekti. Bayram, Bayram, “Her yere arabayla gitmek, sürekli asansör kullanmak, nişasta bazlı şekerlerin kullanımı gibi her şey obezitenin de artmasına neden oluyor. En tehlikeli ve riskli olan taraf ise çocukluk çağından itibaren obezitenin artmasıdır. Obezite buz dağının üstte kalan kısmı, altta kalan kısmında yürüme ve solunum bozukluklarını da ortaya çıkarıyor.” dedi.

‘Kaya tuzu değil, rafine edilmiş iyotlu tuz tüketin’

Prof. Dr. Canan Karatay'ın kaya tuzu ile ilgili açıklamaları uzmanların tepkisini çekmeye devam ediyor. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sait Gönen, Türkiye'deki iyot eksikliğine dikkat çekerek, rafine edilmeyen ve içeriği net olarak bilinmeyen kaya tuzu gibi tuzların kullanılmamasını, bunun yerine rafine edilen iyotlu sofra tuzlarının tüketilmesi önerdi.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği, rafine edilmeyen ve içeriği net olarak bilinmeyen kaya tuzu gibi tuzların kullanılmamasını, bunun yerine rafine edilen iyotlu sofra tuzlarının tüketilmesini tavsiye ediyor.
“KIRSAL KESİMLERDE İYOT EKSİKLİĞİ SORUNU VAR”
Konu ile ilgili açıklama yapan dernek üyesi Prof. Dr. Mustafa Sait Gönen, Türkiye’de orta derece iyot eksikliği görüldüğünü belirterek, bunun en önemli nedeninin yeterince iyot alınmaması olduğunu söyledi. İyot eksikliğine karşı halen dünyada önerilen en etkili yöntemin ‘sofra tuzlarının iyotlanması’ olduğunu dile getiren Gönen, “Sofra tuzlarının zorunlu olarak iyotlanmasıyla problem şehir merkezlerinde önemli ölçüde çözülmüştür ancak kırsalda problem devam etmektedir.” dedi.
İYOT EKSİKLİĞİ HANGİ HASTALIKLARI TETİKLİYOR?
Hormon sisteminin önemli parçalarından tiroit hormonunun üretimi için de iyotun gerekli bir element olduğuna dikkati çeken Gönen, yeterli iyot almanın normal büyüme ve gelişme için de gerekli olduğunu ifade etti.
İyot eksikliğinin tiroit hastalıklarına sebep olabileceğini anlatan Gönen, “İyot eksikliği fetusta düşük, ölü doğum, konjenital anomaliler, artmış bebek ölüm hızı, çocukta mental ve fiziksel gelişme geriliği, erişkinde guatr, hipotiroidi ve mental fonksiyon bozukluğuna sebep olabilir.” uyarısında bulundu.
Gönen, yeterli iyot alımı açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin orta derece iyot eksikliği ve guatr bölgesi olduğunu belirterek, özellikle kırsal bölgelerde iyot eksikliği sorununun devam ettiğini bildirdi.
ZEKA GERİLİĞİNE SEBEP OLUYOR
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği olarak, rafine edilmiş iyotlu sofra tuzu tüketimini önerdiklerini dile getiren Gönen, rafine edilmeyen ve içeriği net olarak bilinmeyen “kaya tuzu” gibi tuzların kullanılmaması gerektiğini söyledi.
İyot eksikliğinin zeka üzerinde de önemli etkileri olabileceğini vurgulayan Gönen, “Dünya’da önlenebilir zeka geriliğinin en önemli nedeni iyot eksikliğidir.” dedi.

Türkiye’de her 7 gebelikten birinde gebelik şekeri ortaya çıkıyor

Türkiye’nin ilk ulusal çaplı çok merkezli prospektif gestasyonel diyabet çalışmasının verilerine göre ülkemizde her 7 gebeden birinde gebelik şekeri görülüyor. Çalışmanın sonuçları 19-22 Mayıs 2018 tarihleri arasında İspanya’nın Barcelona şehrinde gerçekleşen 20. Avrupa Endokrinoloji Kongresi’nde açıklandı.


Yeditepe Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Aydın’ın koordinatörlüğünü yaptığı çalışma, Türk toplumunu temsil edecek şekilde TÜİK tarafından belirlenmiş 12 bölgeden endokrinoloji ve kadın hastalıkları doğum uzmanlarının çalıştığı 51 merkezde gerçekleşti. Ağustos 2016 ile Kasım 2017 tarihleri arasında 18-45 yaş arası 2643 gebe kadının katıldığı çalışmada tüm katılımcılara gebeliğin 24-28. haftalarında 50 gram glukoz ile yükleme testi yapıldı. Test sonucunda 1. saat glukoz değeri 140 mg/dl üzerinde olanlara tanısal amaçlı 3 saatlik 100 gram oral glukoz tolerans testi yapıldı. Carpenter-Coustan kriterlerine göre en az 2 değeri sınırı aşanlara gestasyonel diyabet (GDM) tanısı koyuldu.
Çalışmada katılımcıların antropometrik ölçümleri (boy, gebelik öncesi vücut ağırlıkları, beden kitle indeksleri), gebelikte aldıkları kilo miktarı, eğitim durumları ve çalışıp çalışmadıkları kayıt edildi. Gebelik öyküsünde toplam gebelik, canlı doğum, abortus, preterm ve postterm doğum sayısı, medikal öyküsünde polikistik over sendromu, bozulmuş glukoz toleransı, hipertansiyon, preeklampsi, önceki gebeliklede GDM varlığı, iri veya anomalili bebek öyküsü ve ailede diyabet öyküsü de kaydedildi.
Gestasyonel diyabet sıklığı %16.2 olarak bulunan çalışmada hastalığın görülme sıklığı açısından coğrafi bölgeler ve kentsel ve kırsal bölgeler arasında farklılık saptanmadı. Katılımcıların ortalama yaşı 29 ve gebelik öncesi ortalama beden kitle indeksi 25.1 kg/m2 idi. Gestasyonel diyabetli kadınlar daha yaşlı (32±5y vs. 28±5y) ve daha kilolu (BMI 27.2±5.1 kg/m2 vs.24.7 ±4.7 kg/m2) bulundu. Hastalık sıklığı yaşla birlikte ve vücut ağırlığı arttıkça artmakta idi. Buna göre gestasyonel diyabet sıklığı 25 yaş altı, 26-35 yaş arası ve 35 yaş üzerinde sırasıyla %6.9, %15.2 ve %32.7 idi. Anne yaşı, anne beden kitle indeksi, önceki gebeliklerde gestasyonel diyabet varlığı ve ailede diyabet öyküsü bu gestasyonel diyabet gelişimini belirleyen ana risk faktörleri olarak tespit edildi. Katılımcıların %10.7’si düşük risk (yaş <25y, beden kitle indeksi < 25 kg/m2, ailede diyabet öyküsü olmaması) taşımasına rağmen bu grupta da gestasyonel diyabet sıklığı %4.5 olarak saptandı.
Çalışmanın araştırıcılarından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Avrupa Endokrinoloji Derneği Yöneticisi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız Türkiye’de ilk kez ulusal düzeyde endokrinoloji ve kadın hastalıkları ve doğum bölümlerinin işbirliği ile gestasyonel diyabet sıklığının  belirlenmiş olmasının önemli olduğunu belirtti. Dr. Yıldız ülkemizde genel olarak her 7 gebelikten birinin, 35 yaş üzerinde her 3 gebelikten birinin ve düşük riskli kadınlarda bile her 20 gebelikten birinin gestasyonel diyabetten etkilendiği göz önüne alındığında uluslararası kılavuzlara uygun şekilde tüm gebelerde tarama yapılması gerektiğinin altını çizdi. 

İnsülin direnci kanseri tetikler mi?

Çok sık acıkma, tatlı yeme ihtiyacı, yağlanma gibi belirtilerle kendisini gösteren insülin direnci, kanser araştırmalarının da odağında. Konu ile ilgili bilgiler veren Doç. Dr. Fevzi Balkan, obezitenin ve insülin direncinin kanser hastalarında görülme oranları ile ilgili önemli veriler paylaştı.

İnsülin direnci kanseri tetikler mi?

Kanda insülin hormonun yüksekliği ile seyreden çok sık acıkma, tatlı ihtiyacı, yemek sonrası uyuklama, kilo alımı ve yağlanma ile ilişkili bir durum olan insülin direncinin son yıllarda kanserle bağlantılı olup olmadığı araştırılıyor. Medicana International İstanbul Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fevzi Balkan, kanseri tetikleyen faktörleri sıralarken, insülin direnci ve obezitenin önemli bir risk faktörü olabileceğini söyledi.

HER YIL 1.5 MİLYON YENİ KANSER VAKASI GÖRÜLÜYOR 
İnsülin direncinin tetiklediği fazla kilolu olma ve obezite, kanser ölümlerinin kadınların yüzde 20´sinden, erkeklerin ise yüzde 14´ünden sorumlu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Balkan, “İnsülin direnci olan bireylerde sadece kanser riskinde artış değil tüm kanserlere bağlı ölümlerde artış tespit edilmiştir. Amerikan Kanser Derneği verilerine göre her yıl 1,5 milyon yeni kanser vakası görülmektedir ve bunların beşte biri obezite ile ilişkilidir” dedi.
“300 BİN KANSER VAKASININ NEDENİ OBEZİTE”
Obez hastalar ve diyabeti olmayan aşırı kilolu bireyler karşılaştırıldığında kanser riskinde 2-6 kat artış saptandığına dikkat çeken Doç. Dr. Balkan, insülin direnci ve obezitenin tiroid kanseri gelişimi ve ilerlemesinde de etkili olduğunu belirterek şunları söyledi: “Son zamanlarda yayınlanan bir çalışmada, kadınlarda vücut kitle indeksi artışı ile tiroid kanseri sıklığı artışı arasında ilişki saptanmıştır. İnsülin direncinde artan inflamasyon ve insülin Benzeri Büyüme Faktörü (IGF-I)  ve sinyal yolağında görevli diğer proteinleri kodlayan genlerdeki polimorfizm, kanser riskini artırabilmektedir. İnsülin direncinde, IGF-1 reseptörleri malign hücrelerinden fazla miktarda salgılanır. Hiperinsülinemi karaciğerde IGF-1 üretimini arttırır.  İyonize radyasyon, röntgen ışını, ultraviyole ışını ve enerjisi hücrelere ve kromozomlara zarar verir. Radyasyon maruziyeti başta tiroid kanseri olmak üzere, lenf bezi kanseri, meme, akciğer kanseri riskinde artışa sebep olmaktadır.”
SİGARA VE YEME ALIŞKANLIKLARI KANSER OLUŞUMLARINI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE ETKİLİYOR
Doç. Dr. Fevzi Balkan sigara, alkol ve yeme alışkanlıklarının kanser vakaları üzerindeki etkisi hakkında şunları söyledi: “Sigara içmek başta akciğer ve gırtlak kanseri olmak üzere çok sayıda kanser riskini artırmakta. Yeterli miktarda lif, sebze ve meyve tüketmeyen insanların kansere yakalanma oranı, tüketenlere göre iki kat daha fazladır. Kronik Alkol Bağımlılığı, başta karaciğer kanserine ve özellikle sigara ile birlikte tüketildiğinde ağız, boğaz, yemek borusu ve gırtlak kanserine neden olabilir. Kanserojen maddeler içerisinde sigara dumanı, böcek ilaçları, asbest, ağır metaller (kurşun, cıva, kadmiyum), benzen ve nitrozaminler gibi maddeler de bulunuyor. Mezotelyoma çok nadir görülen bir kanser ve sıklıkla asbest elyafa maruz kalan insanlarda görüyoruz.”

Kronik hastalara Ramazan öncesi son uyarı

Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fevzi Balkan, Ramazan ayında oruç tutulmasının Tip 2 diyabet (Şeker) ve Tiroit hastaları için risk oluşturabileceğini belirtti.


Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fevzi Balkan, Ramazan ayı öncesi kronik hastalığı olanları uyararak, "Ramazan ayında oruç tutulması, Tip 2 diyabet (Şeker) hastalarında önemli sağlık risklerine neden olabilir. Tiroit hastaları Ramazan'dan önce tiroit hormonlarına baktırmalı. Eğer testleri normal çıkarsa ilaçları ayarlanarak oruç tutabilirler." dedi.

Balkan, Ramazan ayının başlamasına günler kala kronik hastalığı bulunanlara önerilerde bulundu.

AA'nın haberine göre; Ramazan ayı öncesi özelikle kronik hastalığı olanların doktorlarına başvurmaları ve gerekli tetkiklerini yaptırmaları gerektiğini ifade eden Balkan, "Tetkik sonuçlarına göre kullanılan ilaçların Ramazan'daki beslenmeye göre düzenlenmesi gerekiyor. Diyabet, böbrek yetersizliği, karaciğer yetersizliği, hipertansiyon, kalp ve romatizmal hastalıklar, tiroit ve benzeri hastalığı olanların genel biyokimya testlerini, elektrolit düzeylerini, kan sayımlarını ve seker düzeylerini ölçmeleri, şeker hastası olanların son 3 aylık şeker ortalamasını gösteren hba1c testini ve organlarında seker hastalığına bağlı tutumları gösteren testleri yaptırmaları gerekiyor. Her hastanın dikkat etmesi gereken durumlar değişiklik gösterebilir. Bu konuda doktorlarına danışmayı ihmal etmesinler" diye konuştu.

"DİYABET HASTALARI RAMAZAN ÖNCESİ MUTLAKA RUTİN KONTROLDEN GEÇMELİ"

Hayat boyu tedavinin yanı sıra düzenli beslenmeyi gerektiren Tip 2 diyabetin, özellikle Ramazan ayında oruç tutan hastaların dikkatsiz beslenmeleri ve tedavilerini aksatmaları nedeniyle ciddi sorunlara neden olabileceği uyarısında bulunan Balkan, şunları kaydetti: "Ramazan ayında oruç tutulması, Tip 2 diyabet hastalarında önemli sağlık risklerine neden olabilir. Bu risklerin yönetimi açısından ramazan öncesi ve ramazan süresince hastaların hekimleriyle yakın iletişimde olması gereklidir. Oruç tutmak isteyen diyabet hastaları Ramazan'dan önce mutlaka rutin kontrolden geçmelidir. Tip 2 diyabette, hastanın yaşam kalitesini etkileyen önemli bir risk faktörü olan hipogliseminin (kan şekeri düşüklüğü) özellikle ramazan ayında uzun süren açlık dönemiyle daha çok tetiklenebilir.

Yapılan bilimsel çalışmalarda oruç tutan diyabet hastalarında şeker düşmesi riski 7,5 kat artmıştır. Tip 2 diyabet hastası, oruç tutarken, hekiminin önerdiği sayıda gün içinde şeker ölçümünü mutlaka yapmalıdır. Şeker, sahurla iftar arasında da ölçülebilir. Parmaktan şeker ölçmenin, orucu bozması söz konusu değildir. Kan şekeri değeri 60'ın altındaysa ya da 300'ün üzerindeyse bu durum o gün tutulan orucu bırakmayı gerektiriyor. Özellikle iftara yakın saatlerde aşırı fiziksel aktiviteden kaçınması gerekiyor. Fiziksel aktivite şeker düşmesini tetikleyebilir."

"TİROİT HASTALARI RAMAZAN'DAN ÖNCE TİROİT HORMONLARINA BAKTIRMALI"

Balkan, hipertansiyonu ve kalp problemi bulunan hastalarda susuzluk ve sıcağa bağlı elektrolit bozukluklarının ritim düzensizliği yapabileceğini anlatarak, açlığa bağlı tansiyon yükselmeleriyle iftardan sonra aşırı yemeye bağlı tansiyon dengesizliklerinin görülebileceğini söyledi.

Balkan şöyle konuştu: "Tiroit hastaları Ramazan'dan önce tiroit hormonlarına baktırmalı. Eğer testleri normal çıkarsa ilaçları ayarlanarak oruç tutabilirler. Hipertiroidisi belirgin olan ve hipotiroidisi belirgin olanların oruç tutmaları uygun olmayabilir.

Böbrek hastalarının susuz kalması böbrek hastalıklarını olumsuz etkileyebilir. Bu hastaların kreatinin klirensleri bozuk ise susuz kalmaları uygunsuz olabilir. Romatizmal hastalıklar kontrol altında değilse bu hastalıkların tabiatı gereği çok sayıda sistemi etkileyebilir. Bu durum organ yetersizliği riskini artırır. Karaciğer hastalığı belirgin olanlarda susuzluğa bağlı elektrolit problemleri ve ensefalopati riskleri artar."

"İNSÜLİNE BAĞIMLI TİP DİYABET HASTALARININ ORUÇ TUTMASI UYGUN DEĞİLDİR"

Her hastalığın ilaç tedavilerinin çeşitlilik gösterdiğini anımsatan Balkan, "Ana prensip olarak eğer hastalıkları kontrol altındaysa ve ilaçları iki öğünde ayarlanabiliyorsa, tetkikleri stabil ise oruç tutabilir. Diyabet hastaları oruç açısından yüksek riskli, orta riskli ve düşük riskli diye ayrılabilir. Örneğin, insülin kullanan ve şeker hastalığına bağlı komplikasyon (göz, böbrek, kalp, sinir tutulumu) olan hastaların, oruç tutmamasını öneriyoruz. İnsuline bağımlı olan tip 1 diyabet hastalarının oruç tutması uygun değildir. Ağızdan ilaç kullanan veya sadece diyet yapan HbA1C değeri uygun Tip 2 diyabet hastaları, doktorla yakın iletişim içinde ilaçları ayarlanarak oruç tutabilirler." bilgilerini verdi.

"GÜNDE EN AZ 2.5 LİTRE SU TÜKETİLMELİ"

Doç. Dr. Fevzi Balkan, kronik hastalığı olanların Ramazan ayında dikkat etmesi gereken hususları şöyle sıraladı: "Yeterince sıvı alınmalıdır. İftar ile sahur aralığında vücudun günlük sıvı ihtiyacını saatlere bölerek karşılamak gerekir. Günde en az 2,5 litre su tüketilmelidir. Yumurta, peynir, yoğurt, süt gibi protein grubu tokluk hissi veren kahvaltılıklar sahurda tüketmek mide boşalmasını uzatacağı için açlık hissini azaltır. Tuzlu gıdalar, zeytin, kavurma, sucuk susuzluk hissini artırır, sahurda uzak durulmalıdır. Salatalık, domates, biber ve yeşillikler tüketilebilir.

İftarda ana yemekte aşırıya kaçmadan sebze yemekleri, ızgara veya haşlama türü etler, balık, baklagiller tercih edilmelidir. Meyvelerden tatlı olmayanlar tercih edilebilir. Tatlı tüketiminde dikkatli olmak şerbetli tatlıları az tüketmek gerekir. Ekmekte tam tahıllı, buğday, çavdar tercih edilebilir.

Gün içinde güneş altında kalmamak, egzersiz yapılacaksa iftar sonrasına ertelemek gerekir. Aç karınla yapılan egzersizler şeker düşmesine neden olabilir. Sahur ve iftarda lokmaları yeteri sürede iyi çiğnemek sindirim yükünü hafifletir. Bu hususlara dikkat edilirse Ramazan ayı sorunsuz atlatılabilir."

KALP HASTALIĞI OLANLAR KAFEİN İÇEREN İÇECEK TÜKETMEMELİ

Beslenme ve Diyet Uzmanı Yıldız Melek Aksoylu ise, Ramazan ayında çay, kahve tüketiminin gün içinde susuzluk hissini artıracağını ifade ederek, "Özellikle yüksek tansiyonu ve kalp hastalığı olanlar kafein içeren içeceklerin tüketimini kaldırmalı veya kısıtlamalıdır. Kızartma, hamur işleri, şerbetli tatlıların tüketimi, yüksek oranda pilav ve makarna tüketilmesi aşırı meyve tüketimi veya tuzlu besinlerin tüketilmesi daha fazla acıkmanıza ve su ihtiyacının artmasına neden olurken kilo almanıza da sebep olacaktır. Diyabeti olan bireylerin bu besinleri tüketmesi kan şekeri dengesizliklerine yol açar" diye konuştu.

Kabızlık problemi olan bireylerin beslenme düzenindeki değişikliklere bağlı olarak oluşabilecek kabızlığı önlemek için, yemeklerde barındırdığı lif oranı yüksek kuru baklagiller, kepekli tahıllar ve sebzeleri tercih etmesini öneren Aksoylu, ara öğünlerde de taze ve kuru meyvelerle ceviz, fındık, badem gibi kuru yemişlerin tercih edilebileceğini söyledi.

"KIZARTILMIŞ BESİNLERDEN UZAK DURULMALI"

Sağlıklı oruçlar için yemeklerin pişirme yöntemlerinin de önem arz ettiğini anlatan Aksoylu, "Özellikle ızgara, haşlama ve fırında yapılan yemekler tercih edilmeli, kavrulmuş, tütsülenmiş ve kızartılmış besinlerden uzak durulmalıdır. Tüm hastalık grupları için pişirme yöntemleri çok önemlidir" dedi.

Kronik rahatsızlığı olan bireylerin gün içinde sağlık sorunlarını önlemek adına mutlaka sahur yapması gerektiğini belirten Melek Aksoylu, değerlendirmesini, "Sahur yapılmadığında halsizlik ve yorgunluk hissiniz artar. Konsantrasyon bozukluğu yaşarsınız. Uzun süre aç kalmaya bağlı olarak mide rahatsızlıklarınız başlar. Su kaybınız artar ve baş ağrıları başlar. El ve ayaklarda titremeler başlar. Tansiyon ve kan şekeriniz düşer. Bu yüzden sahuru atlamamalısınız" diye tamamladı.

Vitamin hapları koca bir yalan mı?

Vitamin hapları koca bir yalan mı? Toronto Üniversitesi ve St. Michael Hastanesi’ndeki bir grup araştırmacının imza attığı çalışma, vitam...